Amsterdam’da üç kişiydiler İki kız ve bir erkek…
İlki bir biyolog idi…
Ülkesinde ona öğretmedikleri emek ve bilginin değerini bu ülkede öğrenmiş, buraya sığınmıştı. Diğeri bir caz şarkıcısı, çello virtüözüydü. Kendi ülkesinde olmayan sanata saygıyı burada görmüş, ülkesinden uzakta ama özgür yaşamayı tercih etmişti.
Mutlu muydular, bilmiyorum, oralara ait miydiler?
Ama oradaydılar işte, orada yaşamayı seçmişlerdi.
Çünkü kendi topraklarında durum ortadaydı.
*****
Üniversitelerin hali. İsminin önünde unvanlar, arkasında makamlar olan, bilimsel yöntemden, bilimin düşünce yapısından habersiz sözde akademisyenler.
Hiç bir uluslararası yayını olmayan Bilimler Akademisi üyeleri. SGS, LYS, SBS kıskacında bir gençlik.
Yarış atına çevrilen ve aptallaştırılan çocuklar, işsiz, aç ve inançlarını yemeye hazır bir çoğunluk. Bu toprakların geçmişine ve geleceğine yabancı, yerel olamadan evrensel olmaya çabalayan özenti zavallılar.
AVM’ler, 100 katlı binalar yapmayı uygarlık sanan uyanıklar.
Halkından nefret eden, onları ve değerlerini küçümseyen sözde seçkinler. İktidar yanlısı sözde aydınlar.
Amcalar, ağabeyler, kardeşler, yeğenler, beyefendiler, hemşeriler.
Güvencesiz ve adalete hasret emek.
İnançlar kadar değeri olmayan, saygı duyulmayan pozitif bilgi ve akıl. Bezirgânlar, çokbilmişler, din satıcıları.
Bu ülke içinde çok şey olup bu ülke sınırlarının dışına çıkınca bir hiç olanlar.
Ben dedim oldu’cular.
Tüm planlarını bu ülkenin insanlarının hafızasız, bilgisiz oldukları varsayımına göre yapan kurnazlar.
Geciken adalet, belki de hiç olamayan adalet.
Kapı komşularına, trafikte yan şeritte seyreden sürücülere tahammülsüz insanlar.
Kadına karşı şiddet ustaları,
Susmayı erdem, koşullara uymayı akıl sanan zavallılar…
*****
Üçü de bu ülkeden, bu ülkenin “miş” gibi yaşamlarından kaçmışlar ve orada kalmışlardı.
Üçüncüsü bir ilaç bilimciydi.
Bir süre onların üniversitelerinde ve onlar için çalışmıştı.
Üçüncüsü diğer ikisinden biraz farklıydı.
Farklıydı, çünkü bir süre sonra doğduğu toprakların çağrısına boyun eğmiş ve geri dönmüştü.
Gazete bulmacasını çevresindekilere sorarak tamamlayan ve buna sevinen insanların yaşadığı memleketini özlemişti.
Annesinin yemekleri, doğduğu mahalle, evi burnunda tüter olmuştu.
Dışarıdan gelen bir yabancı gibi görülmediği ülkesinde olmak istiyordu.
Ait olmayı özlemişti, güzel dilinin konuşulduğu topraklar geri çağırmıştı onu.
Sabah simidinin, masaya saçılan susamlarının, demli bir çayın keyfini arar olmuştu.
Çocukluğundan bildiği yanık türkülere hasret kalmıştı.
O buralara döndü, diğerleri orada kaldı.
*****
Onlar orada, bizler ise buralardaydık.
Nerede olursak olalım aslında hepimiz birdik. Nerede olursak olalım buralarda olmayı, buralarda kalmayı arzuluyorduk.
Keşke buralar biraz oralar, ama aslında hep buralar olabilseydi.
Keşke biz hep beraber buralarda kalabilseydik.
Kalabilseydik ve oraları hayal bile edemeyen buradakilere umut olabilseydik.