AŞI KARŞITLIĞI NASIL BAŞLADI?
Bilim ile bağnazlık ve yobazlığın en büyük savaşlarından biri aşı karşıtları ile yaşanandır.
Peki bu aşı karşıtlığı nasıl başladı?
19. yüzyılın başlarıydı, çiçek hastalığı dünyayı kasıp kavuruyor, Avrupa’da her yıl tam 400 bin kişi yaşamını yitiriyordu. Şanslı olup yaşayanlar hastalığın sekelleri ve sakatlıklarıyla boğuşuyordu.
Bir İngiliz olan Dr. Edward Jenner, bu kaotik ortamda çiçek aşısını geliştirdi ve aşının koruyuculuğunu gösterdi. Aşı gerçekten insanları koruyabiliyordu ancak aşının insanlara ulaşması ve onları koruması hiç de kolay olmadı.
Aşıya karşı ilk karşı ses kiliseden yükseldi.
Kilise, az sayıda aşı karşıtı doktorla birlikte hastalığın önüne geçmek için çiftlik hayvanlarından alınan sığır çiçeğinin insan vücuduna enjekte edilmesini bir türlü kabullenemiyordu. Din adamlarına göre Tanrının buyruklarına karşı gelinmiş ve onun mucizeleri reddedilmişti. İnsan tanrının suretinden yaratılmış bir canlıydı ve onun vücuduna hayvandan alınan bir sıvının enjekte edilmesi dinsizlik ve küfürdü.
Aşı karşıtı hareket İngiltere’de hızla yayılmaya başladı, broşürler, yazılar, makaleler, tam bir savaş haliydi. Gazeteler aşılanan ve sonrasında kafasında boynuz çıkan erkekler, aşı sonrası sığırlara cinsel istek duymaya başlayan kadınlar, yarı insan yarı sığır çocuklar ile doluydu.
Bu furyanın öncülüğünü kilise ile kimi doktorlar yapıyordu.
Bu doktorların en bilineni Dr. Rowley idi. Dr. Rowley üstelik saygın bir hekimdi ve Kraliyet Tıp Akademisi üyesiydi. Makaleler yazıyor, aşının yan etkilerinden söz ediyor ve kesinlikle aşı olunmaması gerektiğini söylüyordu.
Dr. Rowley ve onun gibi düşünenler için Avrupa’da her yıl 400.000 insanın çiçek hastalığı nedeniyle ölmesi sanki önemli değil gibiydi. Dr. Rowley ve şürekası aşı sonrası kişinin ineğe benzeyeceğini, kafasında boynuzlar çıkacağını ve ayaklarının zaman içinde toynağa dönüşeceğini iddia ediyordu.
Daha bitmedi, aşı karşıtlarının hayal güçleri o zaman da şimdi olduğu gibi çok gelişmişti. Bir başka hekim Dr. Benjamin Mosley, bu aşıyı yaptıran kadınların boğalarla ilişkiye gireceğini, yarı insan yarı sığır bebekler doğuracağını ileri sürüyordu. Tam bir aşı karşıtı histeri hali vardı ve bayraktarlığını da doktorlar yapıyordu.
Aklınıza mikroçiplerden, genetik yapımızın değişeceğinden bahsedenler gelmiyor mu?
Tıpkı bugün olduğu gibi, 19. yüzyılda da insanların aşıya yönlendirilmesi, hatta bazı bölgelerde zorunlu hale getirilmesi kimi yerlerde muazzam bir infiale neden oldu. Birmingham’da yapılan aşı karşıtı gösteriye binlerce kişi katıldı. Bu gösteri en çok kişinin katıldığı aşı karşıtı gösteri olarak tarihe geçti.
Aşı karşıtlığına rağmen, çiçek aşısını zorunlu hale getiren yasalar, teşvikler ve alınan iyi sonuçlar aşının yaygınlaşmasına neden oldu. Kısa sürede çiçek hastalığına bağlı ölümler Avrupa’da 400.000’den 100.000’e düştü. Çocuklar arasında ölüm oranı yarı yarıya azaldı. Aşının kullanılmaya başlamasından 138 yıl sonra, takvimler 1934 yılını gösterdiğinde İngiliz hükümeti çiçek hastalığının Birleşik Krallıkta tamamen kontrol altına alındığını açıkladı. 1980 yılında ise DSÖ resmen dünyaya hastalığın bittiğini duyurdu.
Savaşı her zamanki gibi bilim kazandı ve aşı karşıtları tarihin tozlu raflarında yerlerini aldılar.
Bugün tüm dünya Covid-19 pandemisi ile yine bilimin gücüyle savaşıyor ancak bilimsel önyargı, bilimdışı düşünce bir hayalet gibi yüzlerce yıl sonra bile hala aramızda dolaşmaya devam ediyor.
Tarihte en hızlı geliştirilen kabakulak aşısı, 1963-1967 yılları arasında 4 yıl gibi kısa bir sürede geliştirilmiş ve övünç kaynağı olmuştu. COVID-19 pandemisinin ilk yılı dolmadan bilim dünyası çok sayıda aşı geliştirmeyi başardı. Gerçeklik ötesi çağında konu insan hayatı ve sağlığı olduğunda sığınabileceğimiz tek liman bugün de yarın da bilimdir. Türkiye için de tek liman budur.
Mahkeme sonrası yakınlarının duyacağı şekilde fısıldayan Galileo’nun sesi, duymak istemeyenlere rağmen inkâr edilemeyecek o gerçeği fısıldamaya devam ediyor;
“Dünya yine de dönüyor.”