16 Mart Halepçe katliamının 26. yıldönümüydü. Bu tarihte Irak’ın sabık devlet Başkanı Saddam Hüseyin, “hardal gazı” kullanarak yüzlerce insanın ölümüne neden olmuştu.
Hardal Gazı bir biyolojik silah olarak ilk kez Birinci Dünya savaşında kullanıldı. Vietnam ve İkinci Dünya Savaşı dahil izleyen bir çok savaşta da kullanılmaya devam edildi. İkinci Dünya savaşı sırasında ABD’li bilim adamları Goodman ve Gilman, hardal gazına maruz kalanların otopsilerinde lenf bezlerinin küçüldüğünü ve kemik iliği fonksiyonlarının baskılandığını fark ettiler.
İlk kemoterapi ajanı olan “Nitrojen Mustard” böyle geliştirildi ve tahmin edileceği üzere ilk kez hücre sayılarının kontrolsüz arttığı lösemi ve lenf bezlerinin anormal büyüdüğü lenfoma hastalarında kullanıldı.
İzleyen dönemde insanlık, egemenlerin biyolojik silah kullanmasını hep engellemeye çalıştı ancak bunu ne yazık ki başaramadı.
Bu biyolojik silahlardan biri de yaşamımızın parçası haline gelen biber gazıdır.
Biber gazının zararsız, geçici etkili ve masum bir gaz olduğunu söyleyenlere bakmayın.
Biber gazının etkileri öyle söylendiği gibi masum değildir.
Biber gazına maruz kalma sonucunda kalp atım sayısında azalma, kan basıncı düşüklüğü, solunum yetmezliği, solunum yollarında oluşan ödem nedeniyle nefes alamama gibi etkiler ortaya çıkmakta ve ölümler görülebilmektedir.
Bu olumsuz etkiler, öyküsünde zatürre, anfizem gibi akciğer hastalığı olanlarda, çocuklarda, yaşlılarda, bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda daha da belirgindir.
Biber gazı, kalp kasının kasılma kapasitesini azaltmakta, kalpte ritim bozukluklarına neden olmaktadır.
ABD’de 1995 (Los Angeles Times 1995), İsrail’de ise 2010 yılında biber gazına bağlı ölümler bildirilmiştir.
Ülkemizde ise 1 mayıs 2007 tarihinde polisin Taksim Gülleci sokağa attığı gaz bombası sırasında kahve önünde oturan 75 yaşındaki bir erkeğin solunum zorluğu ve kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiği bilinmektedir.
Hopa’da 31.05.2011 tarihinde Metin Lokumcu, Batman’da 12.06.2011 tarihinde Hatice İdin gazdan etkilenerek yaşamlarını yitirmişlerdir.
“Avrupa İşkencenin ve Kötü Muamelenin Önlenmesi Komitesi” (CPT) açıkça gazın zararlı etkilerine vurgu yapmaktadır. Kuruluş, 2010 yılından beri de kapalı alanlarda gazın kullanımını yasaklamıştır. CPT’ye göre gazın açık havada kullanımı ise son derece istisnai durumlarda ve kontrollü biçimde yapılmalıdır. CPT, gazın göstericilere acil sağlık müdahalesinin sağlanamadığı durumlarda kullanılmaması gerektiği uyarısında bulunmaktadır.
Hekimlerin gaza maruz kalanlara müdahalesinin bile suç sayıldığı ve gazın son derece kontrolsüz kullanıldığı ülkemizde bir insanlık suçu işlenmiyor mu?
Anayasamızın 56. Maddesi çok açıktır.
Devlet herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür.
Geçtiğimiz günlerde Tunceli’de polis memuru Ahmet Küçükdağ’ın ölümü bir kez daha göstermiştir ki, biber gazı öldürür. Sadece göstericileri değil, bizzat bu gazı kullanan polisleri de.
TTB Merkez Konseyi Başkanı Özdemir Aktan’ın British Medical Journal’da (Tear gas is a chemical weapon, and Turkey should not use it to torture civilian, 2013) yayınlanan makalesi önemli bir eleştiridir. Yazarları arasında Nobel Bilim Ödülü olanların da bulunduğu ve “Science” dergisinde yayımlanan bir diğer makale de (Turkey must end violent response to protests, 2013) tıpkı Özdemir’in yazısında olduğu gibi polisi kontrolsüz gaz kullanmaya itenlere uyarılarla doludur.
Ancak hepimizin malumu, bu uyarı ve eleştirilerin hiç biri işe yaramayacaktır.
Ülkemizin insana değer vermeyen, ayrıştıran, terörize eden, dogmatik, uzlaşma sözcüğünden habersiz, formal bir temel eğitimden yoksun yöneticilerden bir an önce kurtulması gerekiyor.