Bugün Mayıs ayının 31. günü, vapurlara binmek, toplu taşıma araçları kullanmak yasak. Bir araya gelmek yasak.
Bu tarih Gezi olaylarının 2. yılı çünkü.
Bu ülkeye hükmedenlerin içlerine ilk korku kıvılcımının düştüğü gün, bu ülkenin aydınlık yüzünde umudun ağardığı gün.
Çünkü;
iki yıl önce bugün hiç beklemediğimiz bir anda bu ülkede hayatımız değişiverdi…
Çapulcunun biri o süreci şöyle özetledi…
– Kendimi öyle iyi hissediyorum ki, sanki yıllar sonra yeniden aşık olmuş gibiyim…
İşte bu “aşk” günlerinden benim öğrendiklerim.
1- Meğer gerçekten de moral değerler eğitimle oluşuyor, eğitimsiz insanlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar iyi ahlaklı olamıyorlarmış, insanın ahlaki değerini bile büyük ölçüde eğitilmişlik belirliyormuş.
2- Biliyordum, iyi eğitilmiş olmak elbette ahlaklı olmaya yetmiyor ama o zaman öğrendim, ilkesizliğin sınırı yokmuş.
3- Bu ülkenin 1923 yılından beri her türlü engellemeye rağmen yaratmaya çalıştığı uygar insanlar ülkesi, o kadar da başarısız bir proje değilmiş. Meğer Cumhuriyet, kendi değerlerini ve kendi sivil toplumunun omurgasını oluşturmayı başarabilmiş. Yani, bu ülkede bir sivil toplum gücü varmış da ben bilmiyormuşum.
4- Meğer bu ülkenin aydınlık insanlarının hiç bir kurumun korumasına gereksinimi yokmuş, “vesayet” gerekli değilmiş.
5- Ülkemin doğusunda yaşanan “gerçek”ler, meğer bize “malum” medya tarafından hiç anlatılmıyormuş. Biz daha önceleri farkında olmadan onların acı günlerinde pek çok “penguen” belgeseli seyretmişiz.
6- Başı örtülü insanların bir bölümü meğer başı açık olan başka bazılarından çok daha özgür, çok daha akılcı, çok daha bilgili ve çok daha “insan”mış.
7- Kaba ve kuru şiddet; kararlı, barışcıl bir eylemin karşısında aciz ama çok gaddar ve ölümcül olabiliyormuş.
8- Gerçekten de gençliğin olduğu yerde umut yok olmuyormuş. Her yeni doğan bebek, bağnazlığa ve baskıya karşı bir ağır başkaldırının adıymış. Mustafa Kemal’in “Gençliğe Hitabesi” boşuna söylenmemiş.
9- Aslında çatışma, tüm tarih boyunca olduğu gibi bilgi ile cahilliğin, emek ile rantın, aydınlık ile karanlığın, bağnazlık ile hoşgörünün çatışmasıymış.
10- Her renk, düşünce ve inanç; ortak noktanın emek, hoşgörü ve bilgi olması durumunda pekala bir arada var olabiliyormuş, hem de çok güzel olabiliyormuş.
11- “Devlet adamlığı” promptıra konuşarak olmuyormuş. Karizma masalları, çekinik sesli bir gazetecenin en masum sorusunda bile birden yerle bir olabiliyormuş.
12- Genel olarak iktidarların; insanların balık hafızalı, eğitimsiz ve akılsız oldukları varsayımıyla politika ürettiğini biliyordum ama bu uğraşın ulaşabileceği boyutlar kestirilemezmiş.
13- Yalandan kimse ölmüyormuş, yalandan yüz bile kızarmayabiliyormuş. Bir gün içinde söylenecek yalan sayısının bir üst sınırı yokmuş.
14- Bizi Avrupa birliğine sokacak diye güvendiğimiz, “baş tartışmacı” yaptığımız politikacı, meğer Avrupa Birliği karşıtı ve hatta düşmanıymış.
15- Meğer polis, vali, belediye başkanı “bizim” değil, o dönemin başbakanınmış.
16- Bu ülkede, 13 yaşındaki küçük bir kızın kendi iradesi ile cinsel ilişkiye girdiğine inananlar, yaşını başını almış insanların kendi iradeleri ile sokakları doldurabileceğine inanmayabiliyormuş.
17- Sosyal medya, yönetenler ve iktidar edenler için gerçekten de bir baş belasıymış.
18- Isaac Assimov’un dediği gibi; şiddet çaresizlerin son durağı imiş.
19- Bilerek üç-beş kuruş için doğayı talan edenler, yağmacılar ve zalimler dışında, itelenmiş, ezilmiş, cahil bırakılmışlara öfkemiz yokmuş.
20- Güvenlik güçleri insanların tedavi edildiği yerlere, onları tedavi eden hekimlere, küçük çocuklara, özürlü vatandaşlara, o sırada yoldan geçenlere de saldırabiliyor, hatta bazen öldürebiliyormuş.
21- Çapulcu olmak çok da kötü bir şey değilmiş.
22- Meğer polisin karanfil allerjisi varmış.
31 Mayıs’ı unutmayın, unutturmayın…