Benim ne zaman, nasıl olacağını hep sorguladığım bir hedef var bu ülkede.
“Güçlü ve lider Türkiye…”
Nasıl ve hangi yolla?
Milli Eğitim Bakanlığının 2017-2019 yatırım planına göre fen liselerine 109.6 milyon lira, İmam Hatip liselerine 1.7 milyar lira bütçe ayrılmış.
Soralım şimdi, bu dengesizliğin “Güçlü-lider Türkiye ” hedefine katkısı nedir?
Son dört yıllık Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarına bakıldığında, Anadolu İmam Hatip Liselerinin %67’sinde Fen alanında soru çözme ortalaması 1 (yazıyla bir) tek sorunun bile altında kalmış. Düz İmam Hatip okullarına baktığınızda sadece %19 lisenin öğrencileri ortalama 1 (yazıyla bir) fen sorusu çözebilmiş.
Güçlü ve lider Türkiye’yi bu insanlar mı yaratacak?
Farklı 57 ülkede yaşayan ve toplamı 1.5 milyarı bulan Müslümanların yıllık üretimleri bir Almanya etmiyor. Müslüman ülkelerin toplamının yıllık patent sayıları 7 milyon nüfuslu İsrail’den bile daha az.
Büyük ve güçlü Türkiye için “Muamelat ve Ukubat” derslerinden mi medet umacağız?
Bize “büyük ve güçlü Türkiye” hedefiyle din eksenli bir eğitimi dayatan sistemin yaratıcıları, dünya nüfusunun %20’sini oluşturan Müslümanların dünya ekonomisine katkısının sadece %4 olduğunu bilmiyorlar mı?
Hedef kesinlikle “güçlü ve lider Türkiye” filan değildir. Hedef net bir biçimde “yönetebilme” ve “iktidarı garantiye” alabilme isteğidir.
Peki biz bu noktaya nasıl geldik?
Kimse gökten zembille inmedi, bütün sorumluluğu 15 yıla yakındır bu ülkeyi yönetenlere yüklersek sorunu doğru tartışamayız.
“Büyük ve güçlü Türkiye” hedefinin bir hayal olmasının miladı bugün ülkemizi yönetenlerden çok daha eskiye dayanır.
Haydi şu soruya yanıt verin.
Daha önceden Türkiye bir bilim toplumuydu ve teknoloji üreten koca bir sanayisi vardı da bugün ülkeyi yönetenler mi bunları yok etti?
Hayır, sadece ve basitçe; Türkiye’de iktidar el değiştirdi, hepsi o…
Evrimi tartıştığımız bu günlerde eskiye ait bir öykü anlatayım.
Dersin sonunda evrim konusunu anlatan bir öğretmene öğrenci soruyor.
“Hocam bu anlattıklarınız essah mı?”
Öğretmen yanıtlıyor.
“Valla essah mı bilmem, bize anlat diyorlar, anlatıyoruz.”
Haydi itiraf edelim, bu ülkenin trajik bir aydınlanma tarihi vardır ve bu tarih kentten kasabaya geldiğinde çuvallamış ve sonra da kasaba kültürünün egemenliğine teslim olmuştur.
Görmezden geldiğimiz, oy için gizlice pohpohladığımız bir kültür, bu kültürün anlamaya çalışmadığımız, yok saydığımız, küçümsediğimiz insanları bir gün artık biz de sahneye çıkacağız demiş, kendilerine daha yakın bulduklarına yönelmiş ve egemenliğin el değiştirmesine neden olmuştur.
İsmi “sol” olan, “sözde bilimin ve emeğin üstünlüğünü” savunan hiç bir hareket bu ülkenin yoksul semtlerinde, Ümraniye’de, Keçiören’de destek bulamamıştır. Bir arkadaşım şaka karışık şöyle demişti, “bu ülkede solcu olmak için Robert Kolej mezunu olmak lazım”.
Abartılı bir laf ancak söylemek istediğinin üzerinde düşünmeye değmez mi?
Bugünlerde Türkiye’nin seçkinlerinin yurt dışına taşındıkları, çocuklarını eğitim için ABD’ye, Avrupa’ya yolladıklarını görüyorum. Bir bu örnek bile zavallı öykünmeciliğimizle, bu ülkeye ne kadar sırtı dönük yaşadığımızın kanıtıdır.
Üzüntüm şudur;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile başlayarak bu topraklardan yeşeren ve belki de dünyanın gidişatını değiştirebilecek bir sentez, ne yazık ki, kısır bir iktidar savaşına kurban edilmiş, Cumhuriyet bir-iki tarikata teslim olmuştur.
Bir Afrika sözü vardır.
“Afrika’da kışın göller yükselince balıklar böcekleri, yazın kuraklıkta da böcekler balıkları yerlermiş. Belirleyici olan suyun hareketiymiş yani.”
Bu ülkenin yurtseverleri, suyun hareketinden bağımsız olarak kendilerini bu kötü iktidar savaşının dışına taşımalı, yerel değerler ve bu değerlere sahip insanlarımızı da hesaba katarak evrensel ve aydınlık bir geleceğe ulaşabilmenin yollarını aramayı sürdürmelidir.