Zor günler yaşıyoruz. İnsanların gergin, güvensiz, aşırı derecede kaygılı, saldırgan olduğu günler bu günler. “Yok artık” dediğimiz her şeye tanık oluyoruz. Huzur sanki gelmemek üzere terk etti hepimizi. Böyle boşluk anlarında sığınacağımız az şey kaldı, müzik bunlardan biri.
Müzik bazen öylesine çevreliyor ki insanı, kendi başına, sevdiklerinden, sevmediklerinden, gördüklerinden, görmeyi istediklerinden, istemediklerimden, “meli”lerden, malı”lardan uzaklaştırıyor. Müzik kendi dışında kalan her şeyi örtüyor, ruhu ulaşılmaz yapıyor, nefes aldırıyor.
Müzik ruh sağlığımızı korumaya yardım ediyor.
MÜZİK İYİLEŞTİRİR Mİ?
Müzik Tıp ilişkisinin ilk kez Yunanlılar zamanında başladığına inanılır. Müziğin doğrudan bir tedavi yöntemi olduğuna inanılan o yıllarda hastalığın bile müziksel bir tanımı vardı. “Hastalık, insanın iç armonisinin bozulmasıdır”.
Pisagor’un müzik ile hasta tedavi etmeye çalıştığı bilinir. Pisagor, belirli ses ve melodileri sürekli yineleyerek hastalıkları tedavi etmeye çalışmıştır. Müslüman dünyasında da müzik ile tedavi yöntemi kullanılırdı. İbn’i Sina psikoterapiyi şöyle tanımlıyor. “Ruhun tedavisi – psikoterapi -, hastaların vaaz ve müzik ile neşelendirilmeleridir…”
Evliya Çelebi, ünlü seyahatnamesinde çengilerin, udilerin, kemanilerin hastanelerde musiki faslı ettiklerini ve hastaların iyileşmelerine katkı sağladıklarını anlatır.
19. yüzyılda müzik tıbbın içine daha ciddi bir biçimde girmeye başlar. Scheneider, tıbbi müzik sistemleri geliştirmeye çalışmış biridir. O krampların, melankoli, histeri ve kasılmaların müzik ile tedavi edilebileceğini öne sürmüştür.
Ünlü cerrah Billroth, “Kim Müzikaldir” isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitap müzik, tıp, anatomi ve fizyoloji ilişkilerini konu alır. Söz konusu kitap, beden ritimleri ile müzik ritimleri arasında bir ilişki bile kurmaya çalışmıştır. Örneğin en çok kullanılan müzik temposu dakikada 78 vurudur ve bu sağlıklı ve istirahat halindeki bir kişideki ortalama nabız sayısına denktir. Benzer çabalar, 20. Yüzyılda da sürdü. Nitekim A.B.D.’de 1950 yılında “Ulusal Müzik Tedavisi Birliği” isimli bir dernek kurulmuştu. Bu grup küçümsemeyecek çalışmalar yapmış, özellikle psikiyatri alanına müzik ile tedaviyi yerleştirmeye çalışmıştı.
İYİ HEKİM SADECE İŞİNİ İYİ BİLEN HEKİM MİDİR?
Yukarıdaki müzik ve tıp ile ilgili alıntıların tümü 1962 yılında yayımlanan “Doğu ve Batı’da Müzik Üzerine” isimli bir makaleden alındı. “Schweizer Archiv für Neurologie, Neurochirurgie und Psychiatrie” isimli bilimsel bir tıp dergisinde yayımlanan makalenin ilk satırları bir tıp adamından çok bir sanat adamının satırlarına benziyor.
“Olympos’un yüce tanrılarına göre müzik ve tıbbın birbiriyle sıkı bağlantısı tartışılmaz bir gerçekti. Apollon’u müzik ve tıp ile ilgilenmesi için atamışlardı. O da müzik ile yaşamın mutlak uyumunu sağladı ve emanetini su perisi Koronis’ten olan oğlu Asklepion’a vasiyet etti.”
Makalenin devamı ise objektif bir tıp ve bilim adamının satırlarıydı ve makalenin son cümleleri bunun tartışmasız kanıtı gibiydi. “Müzik tedavisi, yeni ve gelişme imkanı olabilen bir “yardımcı psikoterapi yöntemi” olarak görülebilir. Bugüne kadar yapılanlara bakıldığında, müzik tedavisinin yeni bir iyileştirme yöntemi olmadığı anlaşılmaktadır.
Yeni dönemdeki gelişmelerin, nesnellik çerçevesini aşmamasını dileriz” Yukarıda anılan makalenin yazarı bir Türktü…Büyük edebiyatçı Can Yücel’in “Beynin Piri Reis’i” dediği bir Türk… Bu hekimin ismi Prof. Dr. Gazi Yaşargil’dir.
Onun 1962 yılında yazdığı makalesinin tercümesini okurken bir kez daha anladım. İyi hekim “sadece işini iyi bilen hekim” demek değildi.
İyi hekim “bunun çok daha ötesinde bir şeydi.” Daha duyarlı, daha entellektüel, daha farkında, daha eleştirel ve daha çok yönlü biri olmalıydı.”