İnsan tatlıya düşkündür…
Tarih boyunca hep tatlının peşinde koşmuştur, tatlı yiyecekler, tatlı içecekler…
Gündelik yaşamımızda bilerek ya da bilmeyerek çok sık kullandığımız tatlandırıcılar da işte bu eski tutkumuzun ürünleridir.
İsteriz ki, hem tatlı yiyelim, ama tatlının zararlarından da korunalım.
Tatlandırıcıların tarihi sanıldığından eskidir.
İlk yapay tatlandırıcı olan sakarin, 1879 yılında keşfedilmiştir.
Sakarin üretiminin tek nedeni maliyetinin şekerden çok daha düşük olmasıdır. Yani 19. yüzyılda sakarin diyetetik değil, ekonomik nedenler yüzünden kullanılmıştır.
1950 yılına gelene dek ucuz olduğundan şekere alternatif olan sakarin zayıflama amacıyla ve şeker hastalarına tatlı niyetiyle üretilmeye başladı.
Günümüzün tüketim toplumunda aşırı şişmanlık, şeker hastalığı, dolaşım sistemi hastalıklarının artması ve insanların düşük kalori alma gereksiniminin ortaya çıkması yapay tatlandırıcıları her zamankinden daha popüler yapmıştır.
Yapay tatlandırıcı pazarının büyümesine ilk engel 1970 yılında ABD ve İngiltere’nin gıdalarda sakarin gibi bir yapay tatlandırıcı olan siklamat isimli maddenin kullanılmasının yasaklanmasıdır. Çünkü o dönemde deney hayvanlarında yapılan çalışmalar, sakarin gibi yapay tatlandırıcı olan siklamatın mesane kanserine yol açtığını göstermişti.
Ancak daha sonra yapılan başka çalışmaların ışığında Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Birliği siklamatı kanser yapan maddeler listesinden çıkardı. Bu olay tatlandırıcıların kansere neden olduğu tartışmasını başlatan ilk olaydır.
Siklamatın kanser yapıcı etkisinin tartışılması yapay tatlandırıcı piyasasına yeni ürünlerin katılmasını ve pazarın hızla genişlemesini engelleyemedi.
Sakarinin kansere neden olduğu iddiasına temel olan çalışma ise 1980 yılında yapılmıştır.
Aslında bu çalışmada, çok yüksek dozlarda sakarin uygulanan deney hayvanları ile uygulanmayanlar arasında tümör gelişim riski açısından fark bulunmamıştır.
Buna karşılık yüksek doz sakarin verilen hayvanların ikinci kuşak akrabalarında mesane kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Bu bulgu sonrası sakarinin Kanada’da satışı yasaklanmış, ABD’de ise ürünün üstüne “deneysel çalışmalarda kanser yaptığı” uyarısı eklenmiştir.
Ancak daha sonra ABD Çevre Sağlık Bilimleri Ulusal Enstitüsü, sakarini de tıpkı siklamat gibi insanda inandırıcı bulgu olmadığı gerekçesiyle kanser yapıcı maddeler listesinden çıkarmıştır.
Nitekim ekonomik zorluk ve şeker üretiminin yetmemesi nedeniyle sakarin tüketiminin çok arttığı 2.dünya savaşı İngiltere’sinde mesane kanserinde bir artış izlenmemiştir. Diyabetik olup sakarin kullanan hastalar ile kullanmayanların ölüm kâğıtlarının incelenmesi ile yapılan bir diğer çalışmada da sakarinin mesane kanserine neden olduğu gösterilememiştir.
Yeni kuşak tatlandırıcılardan olan aspartam ile ilgili olarak kanser riskini arttırdığına dair bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak 1980’li yıllardan sonra beyin kanseri artışından aspartamın yaygın kullanımının rolü olabileceğini ileri sürenler olmuştur. Buna karşılık beyin tümörü ile aspartam arasında objektif bir ilişki olduğu günümüze kadar kanıtlanamamıştır. Yapay tatlandırıcılar ve kanser tartışmanın sürmesi aslında bilimsel verilerin karmaşık ve tartışmalı olmasından değil, son derece yaygın kullanılan bu ürünler hakkında ortaya atılan her iddianın kamuoyunda çok ilgi çekmesindendir.
Dolayısıyla yazılı ve görsel medya, 1970’li yıllardan başlayarak bu konuyu hep gündemde tutmuş ve birçoğu gerçek dışı haberlerle halkın tedirginliğini arttırmıştır. Aslında yapılan çok sayıda bilimsel çalışma sonucunda tatlandırıcıların kansere neden olduğu ile ilgili inandırıcı bir kanıt bulunamamıştır.
Kaldı ki, yapay tatlandırıcıların özellikle diyabetik hastalarda ve aşırı kilolularda dolaşım sistemi-kalp hastalığı ile ilişkili riskleri belirgin azalttığını da unutmamak gerekir.
Yine de bir hatırlatma yapmakta yarar vardır.
Tıpta gösterilemeyen ilişkilerin olmadığını ve ileride gösterilemeyeceğini iddia etmek yanlıştır ve bu önerme yapay tatlandırıcılar ile kanser arası ilişki için de geçerlidir. Bu nedenle yapay tatlandırıcıların en az dozda ve sadece tıbben gerekli durumlarda kullanılmasını önermek sanırım en doğrusudur.