Geçtiğimiz hafta sevgili arkadaşım Prof. Dr. Simten Malhan’ın düzenlediği SAS-DER’in kongresine katıldım. Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneğinin (SAS-DER) bu kongresinde ülkemizde sağlık konusu masaya yatırıldı.
Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de bu alanda çok iyi yetişmiş bir insan gücü, sağlam sağlık yatırımcıları ve teknoloji var.
Peki bu gerçekten de ülkemizi sağlık alanında bir cazibe merkezi haline getirebilir mi?
Sağlık alanında çekim merkezi olmanın bazı “olmazsa olmazları” var.
İyi bir Biyo-informatik (veri tabanları oluşturmak) birikiminiz yoksa, verileri ve sonuçları analiz etmek, müdahaleleri titizlikle planlamak için alt yapınız yoksa, yaşlı nüfusu ve hastalıklarını yönetebilme becerisi taşımıyorsanız, kanser konusunda yatırımınız yoksa, iyi bir sağlık (hekim hemşire ve tüm sağlık çalışanları) eğitimi veremiyorsanız sağlıkta bir cazibe merkezi olamazsınız.
Aslında bunları sağlamak da yetmez. Sağlık eşitsizliklerini azaltmak ve sağlık okuryazarlığını teşvik etmek gerekir. Tıbbi araştırmalarda çıkar çatışmalarının azaltılmasını sağlamalısınız, yeni ve yükselen değer “tele tıp” konusunda yasal düzenlemeleriniz ve söyleyecek sözünüz olmalı. Bilime Yatırım yapmalısınız, bilim üretmelisiniz ve bu konuda güvenilir olmalısınız. Alt yapınızın iyi olması yetmez, yeterli sayıda yardımcı sağlık çalışanına gereklilik var. Hasta ve sağlık çalışanı haklarını gözeten adil bir sağlık otoritesine sahip olmak lazım. Ve belki de hepsinden en önemlisi hakları korunan, hak ettiği gibi yaşayan bir sağlık ordusuna gereksiniminiz var.
Şimdi tekrar düşünelim aynı sorunun yanıtını. Türkiye sağlık alanında “cazibe merkezi” olabilir mi?
Yanıtı bulmanıza yardımcı birkaç bilgi daha verelim.
2020 yılının ilk 6 aylık süresinde 2.412 doktor kamudaki görevinden istifa etti. TTB raporuna bakarsanız 18 ayda bu rakam 8.000 üzerinde. Yurt dışında çalışmak için TTB’den istenen iyi hal belge sayısı yılda 1000 seviyesine ulaştı. Bu ülkede ayda yaklaşık 80 hekim, yurt dışında göçmen doktor olmayı seçiyor ve buna uğraşıyor.
Sağlık çalışanları; çalışma koşullarından, ücretlendirmelerinden, özlük ve emeklilik haklarından yakınıyorlar. İstifa kısıtlamaları, tükenmişlik, pandemide çalışma koşulları ve risklerinden şikâyet ediyorlar.
En büyük sorunlardan biri de hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet tabii. 2020 yılında, 12 bine yakın beyaz kod verildi. Yani 12.000’e yakın sağlık personeline yönelik şiddet olayı yaşandı. Son 6 yılda resmi kayıtlar gösteriyor ki, 68.375 kez sağlık çalışanına şiddet olayı kayıtlara geçti. Bu sayı her geçen gün hızla artıyor.
Devam edelim.
Ülkemizde artık Tıp Fakültelerine giren öğrenci taban sıralaması elli-bininci öğrenci sınırına dayandı. Aksaray, Düzce, Karabük, Karaman, Kırıkkale, Yalova gibi merkezlerde Tıp fakültesi açıldı. Sayı toplamda 111’e ulaştı. İstanbul’da 6’sı devlet, 21’i Vakıf üniversitesi olmak üzere 27 tıp fakültesi var. Tıp fakültelerinin toplam kontenjanı 16.858 olarak bildirildi. Bu sayıya rağmen “QS Top Universities” sıralamasında ise en iyi 500 Tıp Fakültesi arasında Türkiye’den sadece beş üniversite bulunuyor. Sıralamada sadece Hacettepe, İstanbul, Ankara, Ege Dokuz Eylül Üniversitelerinin ismi var. Vakıf üniversiteleri bu listede yok. Tıp fakültesi açılma ve kontenjan belirleme kriterleri ise halen belirsiz.
Ülkemizde hekim sayısı 164.594 görünüyor. Hemşire sayısı ise sadece 198.465 olarak rapor ediliyor. Yardımcı sağlık personelimizin sayısı acınacak durumda. Neredeyse her hekime sadece bir hemşire düşüyor.
Memuriyette ¼ seviyesine gelmiş bir uzman hekim 10.126 TL aylık maaş alıyor. Yani maaşları 1000 dolar civarında. Hemşirenin maaşı ise 6.3912 TL, yani kabaca 600 dolar. Yine bu ülkede açlık sınırı 3.573 TL yani 300 dolar civarında.
TUS sınavında beyin cerrahisi kadrolarının %59’u boş kaldı, yani hiçbir hekim başvurmadı. Bu oran çocuk hastalıklarında %60, kalp damar cerrahisinde %62, kadın Hastalıkları ve doğumda %65 rapor edildi.
TUS’da ilk 100’e giren hekimlerin %40’ı cildiye ve %16’sı plastik cerrahi seçti. Hekimler daha kazanç getirecek ve şiddete uğrama riskleri en az olan branşlara yöneliyor.
Sağlık bakanlığının 2021 bütçesi 77.615.519.000 TL olarak belirlendi. Dolar baz alındığında pandemiye rağmen 2020 bütçesine göre %17 daha az bir rakam bu. Ülkemizde kişi başına düşen sağlık harcaması 1.227 dolar, bu miktar OECD ülkelerinde ortalama 3.994 dolar görünüyor.
Haydi şimdi baştaki soruyu tekrar soralım.
Türkiye sağlık alanında dünyada bir “cazibe merkezi” haline gelebilir mi?
Elinizi vicdanınıza koyun ve samimi biçimde yanıtlayın…