Bu köşeye yazdığım son yazının üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçti.…
Son yazım tekrarlanan ve olağanüstü koşullarda gerçekleştirilen genel seçim sonraydı. O zamandan beri yazamadım.
İş güç filan yüzündendi, umutsuzluğa kapılmadım hiç, “öğrenilmiş çaresizliğim” yoktu.
Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar ‘da yazdıklarıydı belki yazmamı engelleyen bir tek, bilmiyorum.
“Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor.”
Bu bir buçuk aylık süreçte olanlara bakıyorum şimdi.
Aylardan beri kurulamayan hükümetimiz kuruldu.
“Millet başkanlık istemiyor” mesajının üzerinden henüz 6 ay geçmeden bu sefer “millet başkanlık istiyor” tartışmalarına yeniden başladık.
Bir Rus uçağını düşürdük, sonra “keşke düşürmez olaydık” dedik, Rusya’yı düşman edindik. Kuyruğu dik tutmaya çalıştık, olmadı.
Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü “gazetecilik yapmak” suçundan tutukladık.
Tahir Elçi ve koruma polisi öldürüldü.
Zaman akıyor, duramıyorsun, durduramıyorsun.
Yüzyıllar öncesinden gelen Heraklitus’un sesi hala yalın gerçekliğini koruyor.
“Pantha Rei”, yani “her şey akar.”
Yani hiç bir şey aynı kalmaz.
Geriye ne kalıyor bize öyleyse ?
Ahmed Arif’in dediği belki de.
“Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile”
“Neden yazılara ara verdin” diyenlere yanıt olsun diye yazıyorum bunları.
Aslında yazıya bu giriş bir özür girişi belki, neden yazmayı kestin diye soranlara, ama dahası kendime.
Bir yandan hayatın ta içinde olmak istiyor insan, bir yandan da düşünüyor.
Bu günlerde;
Birileri de diyorum “Bizans tarihi” incelese,
Gecesi gündüzü bu olsa birilerinin,
Bizans tarihiyle yatsa, onunla kalksa.
Başka hiç bir şey düşünmese.
Bir diğeri Hamdi Tanpınar’ın otobiyografisini yazsa mesela
Dışarıda ne olup bittiğine bakmaksızın
Birileri yeni türküler derlese “Neşet Ertaş” tadında.
Eli yüzü, üstü başı türkü olsa.
Laboratuvarlarda sabahlasa bir diğeri, incir çekirdeğini doldurmayacak küçük meraklar için.
Birileri evrenin sırlarına dalsa mesela.
Delicesine aşık olsa bir yağız oğlan,
Sabahlara kadar yavuklusunun hayalini görse, gerisini boşlasa olduğu gibi.
Genç bir kadın sadece hayal kursa, korkmadan, hiç bir şeye aldırmadan.
Gelecek güzel günlere dair rüyalar görse bir diğeri,
Ve birileri…
Bu aklını kaçırmış insanlara yaşamak gerektiğini,
Bu vatan için ölmeden de kahraman olunabileceğini anlatsa.
Ama bunun bir de diğer yüzü var ne yazık ki.
Hep aklıma takılan bir sorudur.
Bu ülkenin iyi eğitilmiş insanlarının temel sorumluluğu nedir?
Yani bu ülkede mesela işini çok iyi yapan bir makina mühendisinin, bir öğretmenin, bir bilgisayar programcısının “Can Dündar’dan bana ne, ben işimi hakkıyla yapıyorum, gerisi benim sorumluluğum değil” demek hakkı var mıdır?
Bir sürü sorunun yanıtını bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var.
Umut, umut, umut…
Büyük bir gayretle yitirmemeye çalışmamız gereken şey odur.