Aspirin veya bilimsel ismiyle asetil salisilik asit tıp dünyasının en popüler moleküllerinden biridir. Tıp literatüründe Aspirinden daha çok çalışılan bir molekül sanırım yoktur. Her yıl Aspirin ile ilişkili 700-1000 adet klinik çalışma yapıldığı bilinmektedir.
Aspirinin esas maddesi salisin, Aksöğüt bitkisinden elde edilen bir glikozittir ve bu glikozit aslında Hipokrat’tan önce bile ağrı kesici olarak biliniyordu.
Asetil salisilik asitin ilaç oluşu, 1876 yılında ünlü Lancet dergisinde yayınlanan bir makale ile olmuştur. Bu makale açıkça Aspirin’in ateş düşürücü ve ağrı kesici özelliklerini ortaya koymuştur.
Ama söyledim ya, molekülün etkinliği çok uzun yıllardan beri biliniyordu.
Mısır ve Sümerliler, Aksöğüt ağacının (salix alba) kabuğunun ateş düşürücü ve ağrı kesici etkilerini biliyorlardı. Hipokrat’ta aksöğüt ağacının kabuklarını bu amaçla kullanmıştır.
Yıl 1897 olduğunda Alman kimyacı Felix Hoffmann, Bayer patenti ile ilk Aspirin’i üretti ve isim babası oldu. İlaç o kadar popüler oldu ki, 1950 yılına gelindiğinde Guiness rekorlar kitabına en fazla satan ağrı kesici olarak girmeyi başardı.
Aspirin’in popülaritesi hiç hız kesmedi.
1982 yılında John Robert Vane, Aspirin’in etki mekanizmasını açıklayan çalışmalarıyla Nobel Bilim Ödülünü aldı.
Aspirin’in tarihinde 1974 yılının çok büyük bir önemi vardır. O yıl yapılan bir randomize çalışma, kalp krizi sıklığının Aspirin kullananlarda azaldığını ortaya koydu. Sonraki çalışmalar da ilacın bu etkisini destekleyen sonuçlara ulaştılar.
CAST çalışması 20.000 hastada inme sıklığının Aspirin ile azaltılabileceğini gösterdi. Benzer bulgular yüksek tansiyon hastaları için de söz konusuydu (HOT çalışması). Bu hastalarda kalp hastalığı ve inme riski Aspirin alanlarda düşük bulundu.
WHS (women’s health study), ATT (antithrombotic trialists), ASPREE (aspirin in reducing events in the elderly) ve ARRIVE (aspirin to reduce risk of initial vascular events) çalışmaları da net ortaya koydu ki; düşük doz Aspirin, kullanan kişileri kalp hastalıklarından ve inme riskinden korumaktadır.
Ama benim asıl bahsetmek istediğim konu Aspirin ve kanser ilişkisi.
İlk kez 2011 yılında yine ünlü Lancet dergisinde yayınlanan bir makale, aspirin kanser ilişkisi hakkında şaşırtıcı bilgiler sundu.
Söz konusu çalışma bir meta-analiz idi ve 8 farklı klinik çalışmada 5 yıllık takip sonucu elde edilen bilgilere dayanıyordu.
Çalışma, Aspirin kullanan bireylerin kansere yakalanma riskinin %44 daha az olduğunu ortaya koydu (Lancet 2011;377:31).
Benzer biçimde kadın sağlığı çalışması (WHS) kadınlarda uzun süreli düşük doz Aspirin kullanımının kalın barsak kanseri riskini azalttığını gösterdi. İlacın koruyucu etkisi 10 yıl kullanımdan sonra belirgin hale geliyordu (Annals of Internal Medicine 2013;159:77).
Bu makaleden bir yıl sonra yayınlanan başka bir makale, ilacın barsak, mide ve özafagus kanserine karşı da koruyucu etkiye sahip olduğunu gösterdi. (Annals of Oncology, 2014).
Son olarak bir yıl önce 600.000 kişiyi kapsayan bir başka çalışma, Aspirin kullanımının karaciğer, yutak, mide, pankreas ve kalın bağırsak kanseri riskini %24-74 arasında değişen oranlarda azalttığını ortaya koydu.
Yukarıda sözü edilen kanserlerin tüm kanserler arasındaki oranının %30 civarında olduğunu düşünürsek Aspirin’in nasıl bir mucize yaratabileceğini de anlarız.
Aspirin tam bir mucize ilaçtır gerçekten.
İlaç, hem felç, kalp hastalığı ve kanser gelişimini önlüyor, hem de çok ucuz. Daha iyisi olabilir mi?
Bu arada hatırlatmak gerekir, Aspirin mide rahatsızlıklarına neden olabilen, mide kanaması başta olmak üzere kanamaya eğilimi arttırabilen bir moleküldür.
Bana sorarsanız, Aspirin kullanmaya engel bir durumunuz yoksa orta yaş sonrası günde 100 mg Aspirin kullanmak iyidir.