Aşı Karşıtları, Cahillik ve Art Niyet Üzerine
Aşı karşıtı, kimi bilim dışı fanatik grupları – aşı kararsızlarını elbette dışında tutuyorum- sosyal medyadan izliyorsunuzdur. Cahilliğin, sınır tanımazlığın ne olduğunu
daha iyi anlatan az örnek vardır. Bu karşıtlığın satır aralarına bakarsanız insanın ilkel tarafı da ortaya çıkıyor. Örneğin bir insan 40.000 kişilik bir Faz III çalışma sonuçlarına inanmayıp FaceBook’da İtalyanca konuşan ve hekim olup olmadığı bile anlaşılamayan bir adamın dediklerine neden inanır? Ya da üç milyar doz aşılama ve 6 aydan uzun süredir devam eden bir takibin sonuçlarına bakmaz da “eltisinin”, “kaynının” dediklerine inanır. Aşı karşıtlığı COVID-19 pandemisi sırasında kamuoyunda daha yüksek sesle tartışılır hale geldi oysa bu sorun her zaman vardı. DSÖ 2019’da dünya sağlığını tehdit eden 10 büyük sorun arasında “aşı karşıtlığını” da saymıştı. DSÖ haksız da değildi. Örneğin 1970’li yıllarda Japonya’da boğmaca aşısı ile vaka sayıları 400 altına inip hiç ölüm bildirilmemişken, aşı karşı söylemler sonucu aşılama
oranları %70’lerden sonra %30’lara düştü ve olgu sayıları 13.000’e çıktı ve 41 ölüm izlendi. Tıp tarihinde benzer birçok olay var. Kaldı ki, o kadar eskiye gitmeye de gerek
yok. ABD ve İngiltere verileri, COVID-19 pandemisinde delta varyantının yayılmasından sonra vakaların, hastane yatışlarının, yoğun bakıma giden hastaların büyük bölümünün aşılanmamış kişiler olduğunu ve ölenlerin %99,5’inin aşılanmamış olduğunu gösteriyor. Aşı karşıtlarının bilimsel olmayan ama oldukça yandaş bulan bazı iddiaları var. “Hastalık ile doğal bağışık olurum ama aşı olmam” bunlardan biridir. Bu öneri doğru değildir çünkü aşı ile bağışıklandığınız zaman hasta olmuyorsunuz,
hastalık ile ilişkili ortaya çıkacak sağlık sorunlarından hiçbiri görülmüyor. Hastalıkların uzun süreli risklerinden korunuyorsunuz. Hastalığın yarattığı hasarlar göz önündeyken, insanların hala bunu kavrayamamaları ne kadar ilginç. Hele bir de m-RNA aşılarının genetiğimizi değiştireceği iddiaları var. Biraz bilimin içinde olan birisi küçücük bir m-RNA’nın koca DNA’nın yapısını bozamayacağını, bir aşının yıllar sonra yan etkisinin çıkarmayacağını öngörebilir. Bu m-RNA parçacığı o kadar instabil ki, zaten saatler içinde yıkılıp yok oluyor. Bu iddialar, yıllar önce sığır çiçeğinden (cow pox) geliştirilen çiçek aşısını yaptıranların ineğe dönüşeceklerini iddia edenlerin söylediklerine benziyor. Değerli bilim insanı Prof. Dr. Alpay Azap’tan yaptığım şu alıntı ülkemizde de durumun ciddiyetini gösteriyor. “Ülkemizde aşılardan kaçan kişi sayısı 2014’te 1370, 2015’te 5091, 2016’da 11470 iken 2017’de 23000’i geçmiştir.” Çok kritik iddialardan biri de “aşının insan özgürlüklerine aykırı olduğu” söylemi. Bu konu önemlidir ancak bunun iki tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Burada temel soru; toplumsal korunmayı güçsüzleştirecek, başkaları için risk yaratacak bir özgürlüğün, demokratik özgürlük kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu. Ancak yine de bu sorunun yanıtından bağımsız olarak aşılanmayan insanlara, bu anlamda baskı uygulamamak ve zorlayıcı olmamak gerekir. Nitekim kimi tarihçiler, aşı karşıtlığının yayılmasında bu baskıcı tutumların rolü olduğunu söylüyor. Nitekim İngiltere’de 1850’li yıllarda yaşanan çiçek salgını sırasında “zorunlu aşı uygulaması” büyük protestolara neden oldu. Bedenlerini ve çocuklarını kontrol etme
hakkı olduğunu iddia eden vatandaşlara cezalar uygulandı, tutuklamalar yapıldı. Bu zorlama karşı tepki yarattı ve örgütlü aşı karşıtı hareketlerin ilk tohumları atıldı. İngiltere’de Leicester kasabası, aşı karşıtı hareketin merkezi haline geldi. Bu şehirde 80.000-100.000 kişinin katılımı ile yapılan aşı karşıtı yürüyüş, belki de tarihte bu konu
ile ilişkili en büyük eylemdir. Bugün yaşanan COVID-19 pandemisinde de toplumun %70-80’lik bir bölümünün aşılanması gerektiği bilimsel olarak kanıtlanmış bile olsa, hiçbir ülkede aşı zorunlu değildir. Ancak bu özgürlükleri tartışırken bir aşı karşıtı bir hekimin elinde mikrofon ile “aşı önerenler yargılanacaklar” söylemini de içimize sindirmek zorunda kalmamalıyız. Hiçbir kanıtı olmayan iddiaları gelişigüzel savunmak, 3 milyar doz aşıyı görmezden gelip hayal ürünü senaryoların yazılmasına, yayılmasına hatta fütursuzca bilim insanlarına tehditler savrulmasına izin vermek de özgürlüklere saygı sayılmamalıdır.