Salgın hastalıklar, insanlık tarihini doğrudan etkileyen felaketlerdir. Coğrafyalar, ülkeler, şehirler bu salgın hastalıklarla yok olmuş, toplu ölümler büyük trajediler yaşatmıştır.
Milattan sonra 540’lı yıllarda yaşanan Jüstinyen veba salgını ile 100 milyon, 1346-1350 yılları arasında yaşanan kara veba salgını ile 50 milyon insanın yaşamını yitirdiği sanılmaktadır.
İspanyol gribi, 20 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında tüm dünyayı etkileyen bu salgın, kimi tarihçilere göre savaşın sona erme nedenlerinden biridir.
İlk AIDS olgusunun bildirildiği 1980’li yılların başından bu yana 40 milyona yakın hastanın yaşamını yitirdiği sanılmaktadır. Asya’da 1950’li yıllarda yaşanan Asya gribi salgını iki milyon kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Hong-Kong gribi, Kolera, Rus gribi gibi daha onlarca salgın milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.
Düşünsenize, Hepatit B virüsü geçtiğimiz yüzyılın ne kadar büyük bir sağlık sorunuydu. Bu virüse karşı aşılanma sayesinde enfeksiyon gelişimi, karaciğer sirozu, karaciğer kanseri gibi büyük risklerin önüne geçilebildi.
İnsan sağlığındaki iyileşme ve yaşam süresinin uzamasında aşıların çok büyük katkısı vardır.
Peki, insanlığın en büyük sağlık silahlarından biri, ne oldu da, “tu kaka” ilan edildi? Ne oldu da, vatandaşlarımız aşılanmaktan kaçar oldu? Ne oldu da milyonların önemsediği önemli gazeteciler, konu hakkında hiçbir eğitimi olmadan, sorumsuzca ve sanki dalga geçermiş gibi, referansı belirsiz, geçersiz kimi bilgilere dayanarak aşılara saldırır oldu?
Bu aşı karşıtı grupların bir bölümü aslında bir geleneğin devamıdır.
Bu gruplar bilimin, başta ilaç firmaları olmak üzere kapitalist sistemin boyunduruğuna girdiğine, büyük güçlerin çıkarlarına alet edildiğine inanır. Böyle olduğundan sistematik olarak her şeye temelden karşı çıkmayı bir alışkanlık haline getirmişlerdir.
Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim: Alternatif yaşam biçimlerine özlemin en yoğun yaşandığı 1960-70’li yıllarda palazlanan bu “alternatif” tutum, zaman içinde o samimi ve doğal motivasyonunu kaybetmiş, sıradan, boş ve safsata bilgiler ile dolmuş, içinde ciddi paranoya, ezilmişlik ve aşağılık duygusu barındıran bir saldırganlığa dönüşmüştür.
Bir de bu işi ranta, popülariteye havale etmek isteyen “aşılarda alüminyum var” diyen insan grupları var. Akademik değerleri kendilerinden menkul, kanıta dayalı tıp pratiğinin çok uzağında insanlardır bunlar.
Bu iki grup konu hakkında bilgisi olmayan meraklı ve duyarlı yığınları, sisteme çoğu kez haklı sebeplerle tepkili grupları etkiliyor ve halk sağlığını ciddi bir riskin içine sokuyor.
Bir noktanın altını çizmek lazım: Günümüzde yaygın kullanılan aşıların tümünün etkinlik ve güvenlik çalışmaları yapılmış ve onaylanmıştır. Gebeler, çocuklar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde aşı uygulamaları enfeksiyon ve buna bağlı ölüm oranlarını belirgin azaltmıştır. Yapılan çalışmalar, aşıların yılda 25 milyon insanın ölümüne engel olduğunu ortaya koymuştur.
Üstelik aşı uygulamaları bulaşıcı hastalıklardan korunmanın en ucuz, en pratik ve en etkili yoludur.
Bir insanın kendisine önerilen tedavileri reddetme hakkı vardır. Örneğin kanser olan bir hasta klasik tıbbın tedavilerini reddetme, tedavi almama veya etkinliği kanıtlanmamış ot-çöp tedavilerini seçme özgürlüğüne sahiptir. Ancak aşı tartışmasının buna ek başka bir boyutuna da dikkat çekmek lazım.
Aşılar sadece aşılanan kişiyi ilgilendirmiyor. Aşılar, bulaşıcı hastalıkların topluma yayılmasını engellediği için aşı olmamayı kişisel bir karar olarak saymak mümkün değildir.
Dolayısıyla ekranlarda, gazete sütunlarında sorumsuzca ve uzman olmadan konuşmak, yazmak kanımca bir halk sağlığı suçudur.
Aşıların geliştirilmesi, insanoğlunun sağlıklı ve uzun yaşamasını sağlayan en önemli buluştur. İçme suyunun klorlanması, tütünün zararlarının ortaya konması gibi sağlık önceliklerinin de önüne geçmiş ve ilk sıraya oturmuş bir uygulama hatta devlet politikasıdır. Bu tür tartışmalar bulaşıcı hastalıklarla savaşı ciddi anlamda sekteye uğratabilecek olduğundan, hele uzman olmayan kişilere bu kadar söz hakkı vermenin yanlış olacağını düşünüyorum.
Bu anlamda Sağlık Bakanlığı ve resmi otoriteye büyük iş düşmektedir.