Ben Goldacre, İngiliz bir bilim insanı ve popüler bilim yazarı. “Bad Science” isimli kitabı çok büyük yankı uyandırmıştı. Kitap gerçek bir özeleştiri, bir çeşit günah çıkartmaydı.
Dr. Goldacre’ın “TedTalks” konuşması da tıpkı kitabı gibi çağdaş tıbbın sorunlarından birine dikkat çekiyor.
Bu konuşmadan satır başlarını paylaşmak ve tartışmak istiyorum bu yazımda.
Şimdi dikkat, bakın nasıl başlıyor konuşma.
“Önsezi denen şeye inanmıyorum. Kimileri ileride olabilecek olayları öngördüğünü söyleyebilir ama bunun nedeni büyük ihtimalle tamamen rastlantısaldır ve bizler sadece bu rastlantısal ve acayip olayları duyarız…”
Yani demek istiyor ki, bir çok kereler bu kehanetler doğru çıkmaz ve siz bunlardan değil, rastlantısal olarak “doğru” çıkanlardan haberdar olursunuz.
Akla yatkın değil mi? Devam edelim…
“… Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinin önsezi yetisi olduğuna ilişkin kanıtlar bulduğunu iddia etti ve araştırmasının sonucu hakemli bilimsel dergilerden birinde yayınlandı. Bu makaleyi okuyan insanların çoğu ilginç ama bence bu tamamen rastlantısal, çıkan sonuç tamamen şansa bağlı diye düşünebilir… nitekim birkaç farklı bilim insanı, bu önsezi deneyini tekrar etti ve tamamen farklı olan bulgularını yayınlamak istedi. Ancak yazdıkları makaleleri, daha önceki çalışmayı yayınlayan dergiye ilettiklerinde dergi “Hayır, biz tekrar edilen çalışmaları yayınlama konusunda istekli değiliz. Herhangi bir şey bulmayan makaleleri yayınlamıyoruz.” dedi…”
İşte kıyamet bu noktada kopuyor.
Çünkü bu anlayış, sadece bu tür psiko-sosyal konularda değil, basbayağı hastalıklar ve tedavi seçimleri ile ilgili bilimsel çalışmalarda da hakim olabiliyor.
Devam ediyoruz.
“Mart 2012’de … Nature dergisinde bir makale yayınlayarak, kanser hastalığının potansiyel tedavi hedeflerine ilişkin 53 adet temel ama basit bilimsel çalışmayı tekrar etmeye çalıştıklarını aktardılar. Bu 53 çalışmadan sadece 6 tanesi başarılı bir şekilde tekrar edilebildi.”
Ne demek bu? Bu demek ki, tam 47 çalışma tekrarlanamamış, yani tekrarlandığında farklı sonuçlar çıkmış. Bilim dünyası için bundan daha büyük bir sorun olabilir mi?
Özgür, bağlantısız, gerçek bilim insanları bu büyük sorunun farkında ve çözüm olarak “olumsuz” sonuçların da yayımlanabilmesi konusunda akademinin cesaretlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Yeniden Goldacre’ye kulak verelim.
“Eğer, 100 defa yazı tura atsam ve bu 100 atışın yarısının sonuçlarını sizden saklasam elimdeki paranın her zaman tura geldiğine sizi ikna edebilirim. Ama bu elimdeki paranın iki yüzünün de tura olduğu anlamına gelmez. Bu, benim fırsatçının biri olduğumu, sizin de buna izin verdiğiniz için ahmağın biri olduğunuzu gösterir”.
İçinde yaşadığımız “Kanıta dayalı” tıp döneminde olan bu işte.
Bakın ne diyor Ben Goldacre, tam da “dananın kuyruğunun koptuğu an”…
“Ve bu, bence bir araştırma sahtekarlığı. Eğer bir çalışma yapsam ve bu araştırmada ortaya çıkan sonuçların yarısını saklasam, haklı olarak beni yaptığım araştırmaya hile karıştırmakla suçlardınız. Ama, ne tuhaftır ki, eğer biri 10 ayrı araştırma yapıp, bunlardan sadece istedikleri sonucu gösteren beş tanesini yayınlarsa bunu araştırmaya hile karıştırmak olarak algılamıyoruz. Çünkü o zaman bunun sorumluluğu çok sayıda insana dağılıyor, bir sürü araştırmacı, akademisyen, endüstri sponsorları, dergi editörleri. Bir şekilde bunu daha kabul edilebilir hale getiriyoruz, ama bu durumun hastalar üzerindeki etkisi korkunç.”
Şimdi konuyu ilaçlara getirelim.
Dünyada tedavi amaçlı molekülleri geliştiren akademi değil ilaç firmaları, bu moleküller ilaç olsun diye klinik çalışmaları düzenleyen yine aynı ilaç firmaları, bu çalışmaların nasıl yürütülmesi gerektiğini akademiye dikte eden de aynı, ilaç firmaları.
Amacım klasik tıbba inanan bir hekim olarak güvensizlik yaratmak değil ama sıradan bir birey olarak şu soruyu sormaya hakkım yok mu?
“Akademi” bu sürecin neresinde?
NOT: Konuşmanın tamamına http://www.ted.com web sayfasından ulaşabilirsiniz.