Bu söz 1960’lara kadar Batıda üniversite eğitimi görmüş doğulu öğrencilerin diplomalarında yer alırdı.
Anlamı çok açıktır…
“Doğu için iyidir” ya da “doğu için yeterli”…
Yani tam tercüme olmasa da asıl anlamı şudur.
“Ohoo, doğu için yeter de artar bile, ama Batı ülkelerinde hiçbir anlama gelmez”.
Bu ünlü söz, Prof Dr Ahmet Rasim Küçükusta’nın web sayfasına önemli bir kadın hastalıkları ve doğum profesörümüzün yazdıklarını gördüğümde aklıma geldi.
Bakın hocamız neler yazmış?
“Eylül başında, İtalya’nın Milano kentinde, ESGO, Avrupa Jinekolojik Onkoloji Derneği kongresindeyiz. Kongre girişinde, kongreye katılan delegeler, ülkelere göre alfabetik sırayla listelenmişler. Listemizin başında ay yıldızlı bayrağımızı görüyor ve gururlanıyoruz. Önünde fotoğraf çektiriyoruz. İtalya ve Almanya’dan sonra en çok temsil edilen ülkeyiz…
Kongre programını inceliyorum. Bizden ne oturum başkanı ne de konuşmacı olarak, maalesef kimseyi almamışlar…
Koca bir ülkeyi, Avrupa’nın Almanya’dan sonra en kalabalık ülkesini, Türkiye’yi neredeyse yok saymışlar. Verdikleri istatistiklerin kiminde varız, kiminde yoğuz. Sayın Hocam,
Bilim çevrelerindeki saygınlığınıza ve iyi niyetinize değer veriyorum, benzer hayal kırıklıklarını ben de yaşıyorum. Bu nedenle size bazı düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Biliyorsunuzdur, dünya İlaç Pazarı 2010 yılında 693 milyar dolar büyüklüğüne erişti. Türkiye bu pazarın ilaç fiyatlarındaki düşüşe rağmen halen en önemli bileşenlerinden biridir. Dolayısıyla ilaç sektörünün davetlisi olarak uluslar arası toplantılara çok sayıda hekimimizin katılıyor olması şaşırtıcı değildir ve bilim adına olumlu veya olumsuz bir anlam taşımaz.
Siz ülke olarak ilaç sektörü için büyük bir pazarsanız ilaç firmaları da pazar koşulları gereği sizin çok sayıda hekiminizi çok daha sık kongreye davet eder.
Ülke olarak biz bilimi “bilimsel üretim” değil, sadece “kongre” düzenlemek olarak görür ve sektörden aldığımız desteği kongreye katılmak ve “görsel anlamda çok başarılı” kongreler düzenlemek için harcarsak, ne yazık ki, sadece en çok kongre katılımcı sayısına sahip olmakla öğünmek zorunda kalırız. Büyük uluslar arası kongrelerin sergi alanlarında büyük paralar ödeyerek derneklerimizi tanıtır, ama bilimsel programda bir tek dernek üyemizin bile yer almasını sağlayamayız.
“Kardeşim, hep birileri bilim üretiyor, biz uyguluyoruz, peki, biz ne zaman üretmeye başlayacağız” diyenlerin seslerini keserek, “biz artık dinleyen değil anlatan olmalıyız” diyenleri susturarak uluslar arası arenada var olamayız.
Bilim nesneldir, objektiftir, değişkendir, süreğendir.
Dünyaya bakışımız, bilim karşısındaki duruşumuzu etkilememelidir. Bilimin dili evrenseldir, üsttedir. İran’da da, Küba’da da, A.B.D’de de lösemi aynı temel prensipler ile tedavi edilir.
Elbette bilimsel kuruluşlarımızın, derneklerimizin ülkemiz bilimine katkılarını yadsıyamayız, yapılan bilimsel çalışmaları, onları destekleyen kuruluşları küçümseyemeyiz, kongrelerin önemini yok sayamayız. Ancak bunlar yetmez, daha fazlasını yapmak gerekir.
Uygar dünya içinde daha fazla yer almaya çalışmalı, bilgi üretmeli, birlikte çalışmayı öğrenmeli, kendimizi batılılara dinletebilmeliyiz.
Ülkemizin eğitilmiş bilim insanları, her platformda kaynaklarımızı uygun, doğru ve amaca yönelik kullanmayanlara, kullanamayanlara, kullanmak istemeyenlere, ne olursa olsun, kimden olursa olsun hoşgörü göstermemelidir.
Tüm bilim insanları, Türk Tabipleri Birliği, Bilimsel Dernekler, Sağlık Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu, TÜBİTAK, TÜBA, üniversiteler, medya hep birlikte hareket etmeli, kaynakların adil ve akılcı kullanılmasına çaba sarf etmeli, üretimi teşvik etmeli, olduğumuz yerden daha da ileriye gitmemize katkı sağlamalıdır.
Hepimiz üzerimize düşeni yapmaya artan bir enerji ve inatla devam etmeliyiz.
Ne olursa olsun, batının bizim profesyonelliklerimizi “bon pour l`orient” olarak görmesine artık izin vermemeliyiz.