Varsayın yolda yürüyorsunuz, ve yerde yatan bir kişi gördünüz.
Varsayın ki bu kişi, mesela epilepsi nöbeti geçiriyor.
Varsayın ki, siz de mesela bir bankacısınız.
Ne yapardınız?
Ne bileyim, belki çevrenizde bir doktor bulmaya çalışırdınız, etraftakilerden yardım isterdiniz, aklınızda kalan “ilk yardım” yöntemlerini uygulardınız veya hemen onu otomobilinize alırdınız ve en yakın hastaneye ulaştırmaya çalışırdınız.
Hiç bir şey yapmadan geçip gitmeyi doğru bulur muydunuz?
O insana yardım etmek insanlık gereği değil midir?
Peki, bir bankacı değil de bir hekim olduğunuzu varsayın.
Sorumluluğunuz daha büyük değil mi?
Örneğin bir uçakta ve yerden metrelerce yüksekte yolcular arasındaki bir hekimden sağlığı bozulan birine yardım etmesini beklemez misiniz ?
Gezi olayları sırasında hekimlerin yaralananlara yardım etmesi aynı şey değil mi?
Ne yapsalardı yani?
Yani hekimlik bilgi ve becerilerini yaralılardan saklasalardı, yardım etmeselerdi, direnişciler daha ağır sağlık sorunları yaşasaydı, solunum zorluğu çekenler hiç nefes alamaz olsaydı, akan kan durmasaydı, yarılan kaşlar, gözler, sakatlanan uzuvlar kan revan içinde bırakılsaydı, daha mı iyiydi?
Hekimleri yaralananlara yardım ettiler diye soruşturmak, kimilerini göz altına almak, hesap sormak yaralananların yaralanmayı “hak ettiklerini” düşünmek demektir.
Bunun başka bir açıklamasi varsa biri bana anlatsın.
Ben bir hekim, akademisyen ve öğretmen olarak Gezi Parkında Ege’li Hipokrat’ın gerçek torunlarını gördüm.
Onun yüzyıllar sonraki meslektaşları, hemşehrileri elbette baskıya boyun eğmeyecek, elbette onun andına sadık kalacak ve yeminlerinin gereğini yapacaklardı, öyle de oldu.
Anadolu’lu Hipokrat’ın – günümüze uyarlanmış – andı açıktı.
“…din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, insan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim…”
Türk Tabipleri Birliği’nin 63. Büyük Kongresinde TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan tarafından okunan bildiri tüm sağlık çalışanlarının ortak sesiydi.
“Biz bu işi burada, tıbbın kurucuları İstanköy’lü Hipokrates’in, Bergamalı Galenos’un yaşadığı bu topraklarda binlerce yıldır hep yaptık.
Ağrısını, acısını, ızdırabını dindirdiğimiz, sağlığına kavuşturduğumuz insanlarımızdan, hayata döndürdüğümüz hastalarımızın sunduğu şükran duygularından, ameliyat ettiğimiz yaşlı amcaların, teyzelerin gözlerindeki yaşama sevincinden, kızamığını, zatürresini, havalesini tedavi ettiğimiz çocukların yanağımıza kondurduğu öpücüklerden, dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımızın zor günlerimizdeki evrensel dayanışmasından aldığımız güçle yaptık.
İnsan yaşamına adanmış mesleğimizden aldığımız yetkiyle yaptık.
Sevgisiz, hürmetsiz, değerbilmez yöneticilere; “Doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar.” diyen diktatörlere, “Doktor efendi dönemi bitti.” diyen taklitçilerine rağmen yaptık.
Korkusuzca yapmaya da devam edeceğiz.
Biz bu topraklarda binlerce yıldır nice yöneticiler, nice krallar, nice sultanlar, nice padişahlar gördük. (Özentilerini de çok gördük.)
Onlar hep geçip gitti, biz hep burada kaldık.
Bunlar da geçip gidecek…
Biz devam edeceğiz!”