Bir önceki yazımı şöyle bitirmiştim: Aziz Sancar’a “İnsanlık için ne yaptın?” diye sorsanız yanıtı tektir: “Sirkadiyen ritm ve DNA tamiri”.
Sorunun devamı var.
Bilimsel çalışma neden yapılır? Bilinmeyene ulaşmak için, merak için, anlayabilmek için…
Umuyorum okurlarımın tamamına yakını Orhan Bursalı’nın “Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü” isimli kitabını okumuştur.
Ne diyor Aziz Sancar, yıllarca üzerinde uğraştığı bilinmezi bilinir kıldığında? “Tanrım dedim” diyor “Bunu bir tek sen ve ben biliyoruz”.
Bilinmeyeni bilinir kılmanın tanrısal gücü.
İnatla ve ısrarla ve bilimsel makale sayısı, akademik terfi, saygınlık, yüksek h indeksi gibi “havalı” şeylere aldırmadan bir bilinmezin peşinde koştu Sancar.
Bilimsel çalışmalar “h” indeksini yükseltmek için, statü için yapılmaz. Bilim insanı bir konuda bir bilinmezin peşine takılır, onu düşünür, onunla yaşar. Bu arada yazılar artar, atıflar artar, “h” indeksi yükselir. Ama varsa yoksa o bilinmeze olan meraktır hepsinin toplamı.
Sancar 101 olan h indeksine bu bilinmeze merakı sayesinde ulaştı.
Prof. Dr. Tevfik Akoğlu benim akademik yaşamımda örnek aldığım ender insanlardan biridir. Bana bir hikaye anlatmıştı.
Basel’de çalıştığı immünoloji laboratuvarında yıllarca bir türlü yayın çıkaramayan, ama sabah-akşam demeden laboratuvardan çıkmayan birinin hikayesiydi bu. Söz konusu kişi bu uzun sessizliğinin sonunda bir “Nature” yazısı yapmış ve izleyen yıllarda da aynı konuda birbirini izleyen çok önemli bilimsel çalışmalara imza atmıştı.
Son sayılarımızda yüksek “h” indeksi olan bilim insanlarımızı yayınladık. Tümüne büyük saygı duyuyorum ancak bir soruyu sormadan da edemiyorum.
“h” indeksi çok şey ama acaba her şey mi?
İki önemli nokta dikkatimi çekiyor;
İlki onlarca yazarın olduğu uluslararası çalışmalarda – ki bunlar çok yüksek atıf alıyor – güçlü ilişkilerini kullanarak yer almak ve “h” indeksini yükseltmek.
İkincisi standart bir laboratuvar düzeneği kurup farklı konularda aynı düzeneği kullanarak birçok farklı çalışma yapmak ve “h” indeksini yükseltmek.
Oysa inanıyorum ki, araştırmacı bir konuya odaklanıp peş peşe uğraştığı konu ile ilişkili olarak yeni çalışma ve işbirliği olanakları yaratmalıdır.
Yani tek bir konuda ve ona odaklanarak çalışmalıdır.
h-faktörü her şey değil
Bir hekim çok kazanan bir muayenehaneyi işleterek, yoğun ders anlatarak, iki haftada bir kongrelerde boy göstererek arada sırada da çok merkezli çalışmalara hasta vererek, yanında çalışan hekimlerine “haydi şimdi bir de şu hastalıktan olan hastalarımızı dökelim bakalım ne çıkar bunlardan” diyerek – “h” indeksini ne kadar yükseltirse yükseltsin – bilim insanı olamaz.
Birbiri ile ilişkisiz konularda ve farklı hastalıklarda devamı olmayan çalışmalar yapmak veya bir biçimde – Faz III çalışma uygulayıcısı vb. – çok farklı alanlardaki çalışmalarda yer alarak “h” indeksini yükseltmeye çalışmak bilim insanlığı değildir.
Bilim insanının iyi soru soran, iyi gözlemleyen, meraklı, araştırmacı, sabırlı, kararlı, nesnel, sorgulayıcı, belli bir alanda uzmanlaşmış, güncel, tarafsız, iyi ahlaklı ve dahası “adanmış” olması gerekir.
Bilim tarihi bütün bu özellikleri taşıyan, ömrünü gerçeği bulmaya adamış ama sonunda ne yazık ki yanılmış veya hiç bir sonuca ulaşamamış onlarca “gerçek” ama tanınmayan bilim insanı ile doludur. Ancak bu bilim insanları sayesinde başka bilim insanları bu deneyimlerden yararlanarak çok önemli buluşlara ulaşabilmiştir.
Bilim insanı olmanın tek kriteri “h faktörü” değildir.
Devlete ait büyük üniversitelerde rektörlük seçimi gibi gündelik üniversite içi mikro siyaset yapan bilim insanları ile, dört duvar şeklinde yeni kurulmuş devlet üniversitelerinde kolayca akademik unvanlar kazanan kişilerle, “para kazanmak” odaklı özel üniversitelerde kolayca akademik yükseltmeler yapıp vasıfsız elemanları pazarlamaya çalışmakla bilim insanı yetiştirilebilir mi?
Devam edeceğim…